top of page

MURAT MURATHANOĞLU RÖPORTAJI    

ı. KISIM

Ege Yenice ile

 

 

KISACA KENDİNİZDEN BAHSEDERMİSİNİZ?

 

20 senedir evliyim. 2 çocuğum var. İnşaat mühendisiyim. Çetin Çeki, Aydan Siyavuş ve Faruk Bayhan sayesinde, ilk olarak hobi gibi, sonra part time, Cine 5 ve Show Tv’nin kurulmasından bu yana full time Basketbol spikerliği ve yorumculuğu yapıyorum.

 

DAHA ÖNCEKİ KONUŞMALARINIZDA BABANIZIN SİZİN EĞİTİMİNİZ İÇİN BÜYÜK FEDAKARLIK GÖSTERİP, AİLENİZİ AMERİKA’YA TAŞIDIĞINDAN BAHSETMİŞTİNİZ. TÜRKİYE’DE KALSAYDIM NASIL OLURDU DİYE DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ HİÇ? AMERİKA’DA BÜYÜMEK SİZİN AÇINIZDAN NASILDI?

 

Türkiye’de kalsam ne olurdu bilemiyorum ama pek sağlıklı olmayabilirdi, çünkü solcu, sağcı kavgalarının olduğu kötü bir dönemdi. Aslında babamın ilk planı birkaç sene Amerika’da kaldıktan sonra üniversiteyi okumak için İTÜ’de Mühendislik okumamdı. Zaten kendisi de İTÜ mezunuydu. Ama kardeşimle Amerika’da çok iyi bir okulu kazandığımızdan dolayı Amerika’da kaldık. Çok büyük bir fedakarlıklar yaptılar, özellikle babam. Kardeşimin üniversiteyi bitirmesinden sonra 1 hafta içinde kesin dönüş yaptılar. Yani Türkiye’yi boğazı o kadar özlemişler. Aslında ben ve kardeşim İngilizcemizle, yetiştirilme tarzımızla Amerikalı gibiydik. Uyum sağlamak çok zor olmadı ama onlar bizim kadar rahat uyum sağlayamadılar Amerika’ya. Özellikle ilk yıllarımız çok zor geçti. Çünkü babamın Amerika’ya gitmesini sağlayan firmadaki yetkili emekliye zorlandı. Babam bir anda beklediği işle değil sıfırdan başlamak zorunda kalmıştı. Bize de söylememişti. Çok zorluklar çekti ama bizim için eğitimimiz için katlanmıştı.

 

ÇOCUKLUĞUNUZDA VE GENÇLİĞİNİZDE HAYALİNİZDE NASIL BİR GELECEK VARDI?

 

Ben Amerika’ya gittiğimde önüme yeni iki kapı açıldı: Birincisi müziğe olan ilgim. İkincisi spora olan ilgim. Bence ilk yıllar müziğe olan ilgim ağır bastı. Çok geniş ve yoğun bir müzik kültürü birikimim de vardır 80’li yılların sonuna kadar. Çünkü 80’li yıllardan sonrası benim için müziğin durduğu zamanlardır. Vietnam savaşından sonra müziğin sadece kulağa hoş gelen, insanları heyecanlandıran bir unsur değil aynı zamanda mesaj veren yani Rolling Stone, Bob Dylan, Beatles gibi grupların yaptıları gibi olmasından hoşlanıyorum. Bence insan bir şeyin savaşını verirken kendini daha doğal ifade ediyor. O şarkılar belki bugün dinlenilen pop şarkıları gibi hemen insanı havaya sokmuyor. Ama daha ruhu temsil ediyor, daha samimi buluyorum.

 

AMERİKA GÜNLERİNİZE DAİR UNUTAMADIĞINIZ BİR ANINIZI ANLATABİLİR MİSİNİZ?

 

Amerika’da ki ilk yıllarımıza dair babamın karakterini de çok iyi anlatan bir olay vardı hep hatırladığım. Amerika’ya ilk gittiğimizdeki zor yıllardan bir günde, kardeşimle aynı odada yatıyorduk. Kaldığımız mahalle hep göçmen mahallesiydi. Alt komşumuzun evinde yangın çıktı ve kaldığımız evler çok adi maddelerden yapıldığı için çok çabuk bir şekilde yayılıp bir anda bütün evi dumanla kaplandı. Babamda bizi uyandırmıştı ve gayet rahat bir şekilde ‘’Çocuklar panik yapacak hiç bir şey yok. Herşey kontrol altında. Anneniz havluları ıslattı. Biz başımızın etrafına havluları sarıp, onun içinde nefes alıp verirken, yerde sürünerek aşağı ineceğiz.’’ Bizde şaşkın bir halde ne olduğunu sorduk. Babam da yangın var demişti. Bizde tabiki yangın olduğunu duyunca korkuyla kaçmaya çalışmıştık.(gülüyor) Öyle bir şey de bile o kadar sakindi. Hep planlı programlı bir adamdı.

 

TÜRKİYE’YE ASKERLİK İÇİN GELDİĞİNZİDE NEDEN TEKRAR AMERİKA’YA DÖNMEDİNİZ. SONUÇ OLARAK 17 SENENİZ ORADA GEÇMİŞTİ...

 

Türkiye’de kalmak gibi bir düşüncem yoktu. Benim askere gittiğim zaman, son dönem 4 aylık askerlik olduğundan çok fazla talep vardı. Türkiye’ye askerlik için geldiğim gün yeterli askeri yatıracak yer olmadığından, askerliğimin 4 ay sonra başlayacağını öğrenmiştim ve o 4 aylık dönemde de Amerika’ya dönmeye karar vermiştim. Kader işte, tam o sırada bizim okuldan mezun (Illinois Üniversitesi) Bengü diye çok sevdiğim bir arkadaşım İstanbul’daki evimize hoş geldin demeye gelmişti. Benim askerliğime 4 ay olduğunu ve bu süre içerisinde Amerika’ya döneceğimi öğrenince, Annem Eczacıbaşı’nda çalışıyor. Amerika’ya döneceğine askerlik başlayana kadar 4 ay Eczacıbaşı’nda çalışırsın dedi. Annesi basketbol şube başkanı Saffet Özbay’dan randevu aldı. Saffet Bey’e gittiğimde ‘‘Burası bir demokrasi değil, burası bir diktatörlük ve diktatörün adı da Aydan Siyavuş’’ dedi. Ardından Aydan Abi’yle görüştüm. Beni test etti, birkaç soru sordu. Ardından elimden tutup, Saffet Bey’e götürdü ve bizim yeni teknik menajerimiz dedi. Öyle başladım. Askere gittim, geldim. Ben askerdeyken de Aydan Abi Fenerbahçe’ye transfer oldu. Bende de ısrar etti ve askerden döndüğümden öyle Türkiye’de kaldım. Tamamiyle herşey raslantı.

 

ULAŞAMADIĞINIZ BİRİYLE TANIŞMA FIRSATINIZ OLSA BU KİM OLURDU?

 

Atatürk Tabiki! Her biri kendi ülkesinin efsane olmuş dünya liderlerinin bu kadar hayranlık duyduğu, bu kadar alkış tuttuğu lider kesin yoktur. Şöyle bir anımı anlatıyım. Üniversite’de veya lise sondaydım sanırım. O zamanda çok deneyimli, herkesin çok saygı duyduğu bir bayan tarih hocamız vardı. Bir gün sınıfta ‘’Biz çok şanslıyız! Aramızda çok şanslı biri var. Onunla aynı sınıfta olmak bile büyük bir şans her birimiz için. Belki onun şansı bize de geçer.’’ dedi. Tabi herkes şaşırarak bakıyor hocaya. ‘’Murat Türkiye’den.’’ dedi. Türkiye; dünyada bir eşi benzeri olmayan, lider de diyemezsin, siyasetçide diyemezsin, devrimci de diyemezsin, hiç bir şey onu tarif etmeye yetmez, bir efsanenin, olağanüstü bir insanın ülkesinden geliyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’sinden!’’ dedi. Amerika’ya gittiğimden beri en çok gururlandığım, Türk olduğum için en mutlu olduğum anlarımdan biriydi. Çocukluğumda da dedemden Atatürk hikayeleri dinleyerek büyüdüm. O da istiklal madalyası almıştı. Dedemi Amerika’da olduğumuzdan en son 1968 yılının mayıs ayında görmüştük ve doktorun dediğine göre en fazla 1-2 aylık ömrü kalmıştı. Mayıstan itibaren halamdan dedenizi kaybettik haberini bekledik. Ama dedem tam 10 Kasım sabahında vefat etti. Dedemin bu Atatürk sevgisi de beni çok etkileyen olaylardan biri olmuştu. Her zaman dedemin kendini ölümü için 10 Kasıma kadar tuttuğuna inanmışımdır.

 

EN SEVDİĞİNİZ FİLMLERDEN VE MÜZİKLERDEN BİR KAÇINI SÖYLEYEBİLİR MİSİNİZ?

 

En sevdiğim filmlerin başında, heralde 50-60 kere izlemişimdir, Godfather I & II’dir. Hiç sıkılmadan izlerim. Müzik olarak dediğim gibi ben eskilerde kaldım. En favori şarkım; hikayesini de çok sevdiğim Rolling Stones’tan Wild Horses. Keith Richard(Rolling Stones üyelerinden) oğlu doğduktan hemen sonra daha oğlunu göremeden Amerika’ya konsere gitmek zorunda kalıyor ve bu şarkıyı henüz göremediği, tutamadığı yeni doğmuş oğlu için yazıyor.

 

 

BASKETBOLA İLK İLGİNİZ NE ZAMAN ve NASIL BAŞLADI?

 

Babam Amerika’ya gittiğimiz yaz beni ve kardeşimi Spor kampına göndermişti. Ben o yaz Amerikan Futbolu, Beyzbol, Basketbolun hepsini ilk orada tanıdım ve hepsini çok sevdim. Basketbolun şöyle bir ayrıcalığı vardı: Liseden başlayarak bir arkadaş grubumuz vardı bizim. Lise Basketbol liglerini çok sıkı takip ederdik. O zaman fikirlerimizi paylaşabileceğimiz yerler kısıtlı. Bizde radyo programlarını katılıp görüşlerimizi bildirirdik. O arkadaşlarımdan birisi şimdi Chicago Sun Times’in baş basketbol yazarı, bir tanesi Chicago Bulls’ta Scout olarak çalışmıştı. Şöyle bir hikaye anlatıyım; Illinois Üniversitesi’nde okurken bizim o zamanki asistan koçumuz bir radyo programına katılmıştı. Programda gelecek sene hangi lise oyuncularına burs vermeyi düşünüyoruz onu tartışıyorlardı. Bende bağlandım ve o kadar oyuncu saydınız niye Ken Coliers’ı listeye almadınız dedim. Çok kötü bir ligde oynadığından bu oyuncuyu pek kimse bilmiyordu ama çok yetenekliydi. Bunu dememle birlikte program bir anda reklama girdi. Asistan Koç aldı telefonu, Ken Coliers’ı nereden tanıyorsun dedi? Arkadaş grubumla izledim onu dedim. Koç bir an şaşırıp, ‘’Biz onu aldık.’’ dedi ama notları yetmiyor.’’ 1 yıl onu Junior Kolej’de saklayacağız. Eğer notlarını düzeltebilirse bize gelmeyi kabul etti. Ama bir daha sakın sağda solda bahsetme duyulmasın!’’ dedi. Gerçekten de 1 yıl sonra Illinois’a geldi. Ardından NBA’de 10 sene oynadı.( İsmini daha sonradan Ken Norman olarak değiştirdi.)

 

EN UNUTAMADIĞINIZ MAÇLARDAN BAHSEDEBİLİR MİSİNİZ?

 

NCAA’de 1979 yılında sene ortasındaki Illinois-Michigan State maçını hiç unutamam. O sene sonunda Michigan State Magic Johnson’ın önderliğinde NCAA şampiyonu olmuştu. Maçın ilk yarısını 20 sayı geride kapatıp Eddie Johnson’ın son saniye basketiyle Michigan State’i yenmiştik. Çok sevinmiştik. NBA’de ise bana en çok ders öğreten maçlardan biri Orlando Magic-Houston Rockets 1994 Finalleri ilk maçıydı. Nick Anderson Illinois mezunuydu. Yakından takip ettiğim, çok sevdiğim bir oyuncuydu. O ana kadar NBA’in en iyi faul atıcılarından olan Anderson ( %89 faul yüzdesi) son 5 saniyede 4 atışta O isabetle attı.( 4 atışta 1 tane atsa bile yetiyordu.) Ve Nick Anderson o maçtan sonra yok oldu. Mesela hala Chicago’ya gelmez arkadaşları dalga geçecek korkusuyla. O maç Nick Anderson’a yaptığı psikolojik darbeyle, Sporda psikolojinin ne kadar önemli olduğunun bire bir belgeselidir bana göre. Türkiye’de çok var ama birini seçmem gerekirse Efes Pilsen’in Koraç Kupasını aldığı maçı söyleyebilirim.

 

BASKETBOLU SİZE SEVDİREN BİRKAÇ OYUNCU SAYAR MISINIZ?

 

Öncellikle gençliğimin kahramanlarımdan Julius Erving. Julius Erving’in asaleti, basketbolun bir gösteri oyunu da olduğunu, bir show oyunu olduğunu, sadece kazanmanın basketbolu büyütmek için yeterli olmadığını ispat etmişti. Erving’ten sonra Jordan-Magic-Bird ve Oscar Robertson bana basketbolu sevdiren oyunculardandır.

bottom of page