top of page

JORDAN BİNAYI TERK            ETMEDİ  Bölüm 4

EVE DÖNDÜ

 

Jordan, tasarımı oldukça maskulen, asya esintileri taşıyan çatı katına çıktı. Solunda sarı bir bilardo masası vardı.

 

Bobcats- Celtics maçının hava atışına bir saat vardı ve bu maçı en sevdiği koltuk olan kahverengi yere yakın televizyon koltuğundan izleyecekti.
 

"Neredesin?" dedi, dairenin arka tarafına doğru.

 

Yvette'in sesi parlak ve neşeli geliyordu.

 

"Merhaba, tatlım," dedi, "Döndüm."

 

Jordan, yıllar önce kaybettiği ev hayatını tekrardan bulmuştu ve çok mutluydu.

 

Bir süre sonra George Buckner ve eşi Laura çıkageldi.

 

Mutfak masasının etrafında toplandılar. Ortam kahkahayla doluydu.

 

Yvette’in Jordan’a yaptığı en önemli değişiklerinden biri; Jordan’ı itip, yeni şeyler denemesini sağlamasıydı. Florida’daki ev neredeyse bitmek üzere, ikisine ait bir eve olacak.

 

Ekibiyle aralarında geçen konuşmalarda, yeni yapılan yer ‘’emeklilik evi’’ olarak geçiyordu.

 

Jordan’ın arkadalşarı, onu oturma odasında, büyük bir kaneppede oturup rahatlarken düşünmeyi seviyordu. Onun için tek dilekleri huzurdu.

 

Bu gece, bir anlığına da olsa, bu huzuru bulmuş gibi görünüyor.

 

‘’Bebeğim,’’ dedi Yvette, ''Bize biraz daha şarap verir misin?''

 

Jordan, şarap odasına girip, en sevdiği şaraplardan birisiyle çıktı. Şişe mantarı yumuşak bir şekilde fırladı.  Bardakları tezgaha sıraladı ve her birisine şarap koyup, doldurdukça masadakilere uzattı.

 

"Buyrun hanımlar" dedi.

 

Keyifli geçen zamandan sonra, birbiri ardına basketbol maçı izlenerek geçen sonraki yedi saat boyunca yine içine kapandı, sesinin tonunu yükselterek bağırıyor, daha sonra sessizleşiyor, genellikle sinirli bir tavır sergiliyordu.

 

Bu alevin ilk kıvılcımları, "SportsCenter"daki bir tartışma programında, asla kazanılamayacak olan bir tartışmadan geldi.  

 

Kim daha iyi bir quarterback, Joe Montana mı Tom Brady mi? (Amerikan Futbolu)

 

"Bu konuşmayı duymak için sabırsızlanıyorum," dedi.

 

Eşofman ve çorap geçirdiği bacaklarını divana uzattı, televizyondaki adamlardan birisi Brady hakkında tartışırken, Jordan güldü.

 

"Montana'yı hatırlamadıkları için tabii ki Brady diyecekler," dedi. 

 

"Harika değil mi?"

 

Yaşlanmak, yalnızca güç ve esnekliği değil, birçok şeyi kaybetmektir. 

 

Pek çok insan anonim hayatlar yaşar ve yaşlanıp öldüklerinde, varlıklarına dair her türlü kayıt yok olur.  Bunlar unutulur, bazıları diğerlerinden daha geç unutulur; sonunda, bu durum herkesin başına gelir.

 

Fakat, her nesilde, şöhret ve başarının zirvesine ulaşan birkaç insan için, bir mucize ortaya çıkar: Ölümsüzlük. 

 

Jordan gittikten sonra bile, inanların onu hatırlayacağını biliyor. 

 

''Burada, tüm zamanların en büyük basketbol oyuncusu yatıyor. Bu onun mezar taşı yazısı.''

 

Sahadan son kez çıktığında, hiçbir şeyin yaptıklarını yok edemeyeceğine inanmış olmalı. Bu bilgi, onun yaşlanmaya karşı kullandığı kalkanı.

 

Başkentin sokaklarında zafer geçitlerinde at süren Romalı generaller hakkında bir masal vardır; arkalarında duran bir köle, onlara şu sözleri fısıldamıştır:

 

"Tüm zaferler geçicidir."

 

Hiç kimse bunu profesyonel sporcular için söylemez.

 

Fakat, bir sonraki nesilde, bir gün kendi fotoğrafının, televizyon ekranında LeBron James'in fotoğrafının yanında olacağını ve insanların hangisinin daha iyi olduğu hakkında tartışacağını fark etmeliydi.

 

Tartışmacılar, İnternet oylamasının sonuçlarını açıkladı, 925.000 kişi oy vermişti. Bir eşitlik söz konusuydu:  Yüzde 50'si Montana derkeni, diğer yüzde 50 ise Brady demişti.

 

Montana'nın, Brady'nin aksine, hiç Super Bowl kaybetmemiş olması değildi önemli olan; en büyük sahneden hiç inmemişti o.

 

Efsanelik, mükemmellik sorularının cevabı, gençliğe avantaj sağlar. Çünkü artık göz önünde olan yeni jenerasyondur.  

 

Zaman, şimdilik Brady'nin tarafındaydı. 

 

Jordan kafasını salladı. "Bu hiç mantıklı değil," dedi.

 

Bu tartışmanın ardından Jordan,  aktif oyunculardan hangisinin kendi çağında bu kadar başarılı olabileceğini sorup yine kendisi cevaplıyordu:

 

"Sana bir ipucu vereceğim," dedi.  "Yalnızca dört isim verebilirim."

 

Onları saydı: LeBron, Kobe, Tim Duncan, Dirk Nowitzki.

 

Fikrini açıklarken, Yvette oturma odasına girdi ve arkadaşlarıyla spor tartışan her eşe tanıdık gelebilecek bir ses tonuyla, "Bir şeye ihtiyacınız var mı?" dedi.

 

Televizyonda birisi, LeBron'u Oscar Robertson ile kıyaslandığında, Jordan sinirleniyor. Sinirli bir şekilde gözlerini devirip, boynunu esnetti.

 

Kendine hakim olarak, "Kesinlikle.." dedi. "Olay şu ki; hiç kimse, onu karşılıklı oynadığı oyuncularla kıyaslayıp eleştirmiyor.  Bu adil bir kıyaslama değil. Bu doğru değil...

 

LeBron bizim çağımızda başarılı olabilir miydi? Evet. Bu kadar başarılı olur muydu?  Hayır."

 

                                              ......................

 

Bobcats maçı başlıyor ve Celtics onları dümdüz ediyordu.  Hakemler de yardımcı olmuyor.

 

Jordan öfkeli bir halde, Celtics'in yıldızları olduğu için bu kadar faul aldığından emin şekilde ayağa kalktı.

 

"YAPMA AMA!" diye bağırıyor.

 

Odaya ağır bir sessizlik hakim.  Jordan'ın sesi azalıyor.

 

"Buna inanmıyorum," diye homurdandı.

 

"Bu faul!" diye bağırıyor.  "Ne demek istediğimi anladın mı?  BU BİR FAUL!"

 

Jordan, 17. kattaki balkona çıktı, Tyron Street'in haline baktı.  Televizyon, sağ köşede duruyordu.  Bir puro yaktı.  Bobcats maçı beraberliğe taşıdı; daha sonra yine geriye düştü.

 

"Geri dön, geri dön, geri dön," diye bağırdı Jordan, televizyona doğru. "Eşleşin, EŞLEŞİN.  Nereye GİDİYORSUN?  TOPA ATLASANA!"

                                                 

                                                         ...........

 

Kaybetmişlerdi. Kanepede sessizce oturuyor.  Bitti.  Bir dakika kadar konuşmadı, ardından bir şeyler homurdandı, sonra yarım dakika kadar sessizleşti.

 

Kanalı değiştirip, Heat - Jazz maçını açtı.  Yayın sırasında, bir sorunun yanıtı kendisiydi.  En ünlü şutunu attığı yerdi orası ve şutu çektiği yeri gösteriyordu.  O maçın bitişinde ne kadar yorgun olduğunu hatırladı.

Please reload

Spiker, LeBron hakkında böbürleniyordu, söylediği her şeyi duyan Jordan'ın adını, onunla aynı cümlede kullandı.

 

Bu sözler onu etkiliyor. Televizyonu gösterip, LeBron'un oyunundaki kusurlara işaret ediyor.
 

"Onu inceliyorum" diyor.
 

LeBron sağa gittiğinde, genellikle top sürer; sola gittiğinde ise, genellikle zıplayarak şut atar.  Bu durum, onun mekaniği ve topu elinden çıkarmaya nasıl hazırlandığı ile ilgili.

 

  "Onu savunmak zorunda kalsaydım," dedi Jordan, "10 seferin 9'unda, jump shot atması için onu sola iterdim.
 

Maçın geri kalanında, LeBron topu eline alıp hareketine başladığında, Jordan "top sür" ya da "şut at" gibi varyasyonlar söylüyordu. 
 

Olay yalnızca LeBron'dan ibaret değildi.  Hakemlerin kaçırdığı faulleri de görüyordu; görüntü tekrarları da onu haklı çıkarıyordu. 
 

Birisi şut attığında, topun sayı olup olmayacağını hemen biliyordu. Oyuna, sahadaki bazı oyunculardan daha fazla konsantre olduğu için, oyuncular daha bir hareket yapmadan önce ne yapacaklarını biliyordu.
 

Spiker, LeBron'un jump shot attığını söylediği sırada telefonuna gömülmüş, mesajları cevaplıyordu.  Jordan hiç bakmadan, "Sol mu?" diye soruyordu...
 

Saatler ilerledi, Bobcats yenilgisi çok geride kaldı.. 
 

George, iPad'inde Bejeweled oynuyordu. Hava basketbol sesleriyle doluydu: siren, parkede ses çıkaran ayakkabılar, potanın metalik sesi.

 

Bunlar, Jordan'ın gençliğinin sesleriydi.
 

Bir puro tutuyor ve arada sırada yakıyordu; çakmağın ıslığı sessizliği bozuyordu. 
 

Hiç dile getirmedi; fakat öfkesini amacına yönelterek, oyunu aklında oynuyormuş gibi görünüyordu.

 

Oynamayı hala biliyor. Vücudu ona ihanet etmese, zamanı geri alıp 218'e geri dönebilse, LeBron'u yenebilirdi.

Bir saat sonra, gecenin son maçı sona eriyor.

 

Buckner hoşça kal deyip, asansörle aşağı kata iniyor.  Yvette ve arkadaşı Laura, dairenin çıkışına doğru ilerlemişti bile.

 

Jordan yalnız kalıyor.

 

Yalnız olmaktan nefret ediyor; çünkü bu sessizliğe işaret ve sessizliği sevmiyor.  Ses olmadan uyuyamıyor. Uyku, onun için her zaman bir problem olmuştur. 

 

Ev karanlıktı. Saat neredeyse 01:00'dı, çatı katının ses - görüntü sistemini kontrol eden iPad uygulamasını açtı.

 

Her gece aynı şeyi yapıyordu, şimdi olduğu gibi: Televizyonda bir Western kanalı açtı.

 

Jordan yatağa girdi.  Ekrandaki film "Unforgiven"dı.  

 

Kovboy filmleri, karanlığı ve sessizliği ortadan kaldırıp, dinlenmesine olanak tanıyordu.

 

Tıpkı eski günlerdeki gibi, o ve babası...

 Alıntı:

 Wright Thompson

Derleyen:

Ege Yenice

bottom of page