top of page

JORDAN BİNAYI TERK            ETMEDİ  Bölüm 3

Jordan'ı locada bekleyen arkadaşları hikayelerini anlatırken, biz de Jordan'ın Chicago'dan yaptığa son uçuşa geri dönelim.

 

Uçağa adım attığında, Gulfstream kalkışa geçti. Yolculuk artık başlamıştı. 

 

Geciken bir arkadaşını Chicago'da bıraktı, iki güvenlik görevlisi de geride kaldı.

 

Yıllardır George'u geride bırakmayı denemiş; fakat uçağa hep ondan sonra gelmişti.

 

Ne istiyorsa, ne zaman istiyorsa yapar. Nike uçağında Çin'e yapılan uzun bir yolculukta, herkes ortama ayak uydurup uyumaya hazırlanırken uyandı.  Önemli değildi.  Işıkları açtı ve uçağın müzik setini çalıştırdı.

 

Michael uyanıksa, yazılı olmayan kurallara göre, herkes uyanıktır.

 

İnsanlar, uçak indiğinde onu bekleyen bir araba olmasını sağlayıp, herhangi bir uygunsuz durumu düzelterek, onun her kaprisine katlanıyorlar.

 

                                                 .......................

 

Artık Florida’ydı. Chicago günleri Jordan için artık tamamen kapanıyordu.

Nişanlısı Yvtte’in(şimdiki eşi) çok az İngilizce bilen Kübalı ailesiyle yemek yiyordu.

 

Yvtte'in ailesi, basketbol hakkında çok az bilgisi olan insanlardı. Jordan’a, yeni tanıştığı insanlar gibi yalakalık yapmıyorlardı.

 

Dolayısıyla, neşeli, ev yemekleri yiyen sıcak bir ortamda samimi insanlarla aynı masada oturuyordu. Bir an yine eski günleri aklına geldi.

 

"Gitti", dedi. "Geri alamam o günleri. Egom artık o kadar büyük ki, her şeyin kesin ve planlı olmasını bekliyorum.  Önceden beklemezdim."

                                                        ....................

Locadaki kişiler, onun egosunu, ruh hallerini ve sinirini biliyorlar.  Herkesten daha iyi biliyorlar.  Jordan'ı iyi tanıyorlar ve onu gerçekten seviyorlar. 

 

Anneler gününde, kendisi için çalışan her anneye güller gönderecek kadar nazik birisi olduğunu da biliyorlar.

 

"Bir Dilek Tut"  kampanyasında tek hayali kendisiyle tanışmak olan çocukların dileklerini gerçekleştirdiğinde nasıl mutlu olduğunu görüyorlar. 

 

Çocuklarının başarısıyla nasıl gurur duyduğunu da görüyorlar.  Şöhretin ve beraberinde getirdiği zorluk ve kötümserliğin yayılmasına birinci elden tanıklık ettiler.

 

Kimi zaman aynı hikayeyi dışarıdan birisi duyup, sorumsuz ergen gibi yemeklere tükürmesini veya kıyafetleri parçalamasını görerek dehşete düşse bile, Michael hakkındaki tüm hikayelerin komik ve hatta sevimli olduğunu düşünüyorlar.

 

Örneğin arkadaşları, Hall of Fame (Onur Listesi) konuşmasını izlerken gülmüşlerdi.

 

Jordan'ın, üç buçuk sene sonunda tamamladığı bu konuşma, bir basketbol yazarının belirttiği üzere Jordan’ın "kayıp, dalgın ve psikolojisi bozulmuş halde" olduğunu düşünenler için ibretlik bir hal almaya başladı.

 

Eğer konuşmayı tekrar izlerseniz, konuşmanın bizzat kendisi, Jordan'ın iç dünyasına açılan bir pencere gibi olduğunu görebilirsiniz:

 

Komik, iğneleyici, güvenli, alaycı ve rekabetçi. 

 

Kendini doğuştan yetenekli bir sporcu olarak değil, kaybetmeyi reddeden birisi olarak görüyor.

 

Konuşmanın daha  başında birkaç kez gözyaşlarına boğulup kendisini toparladıktan sonra podyumda dururken, içinde bir ateş yandığını ve "insanların bu ateşi odunla harladıklarını" söyledi.

 

Küçük, büyük fark etmeksizin her bir faaliyeti anlatarak, kendinden şüphe duyan herkesi anlattı.

 

Kardeşleriyle başladı ve liseden koleje ve NBA'ye nasıl ulaştığını anlattı. 

 

Ezeli rakip Jerry Krause'ye de değindi: 

 

"Onu kim davet etti bilmiyorum... Ben etmedim."

 

Konuşmasından dolayı eleştirenlerin altını çizdiği ortak nokta, Jordan'ın emekli bir sporcu için neyin gerektiğini anlamamış olmasıydı;

 

En iyi günlerini geride bıraktığının farkında olan, daha sakin bir yapıya bürünmesi gerektiği düşünülüyordu.

 

Beş yıllık bekleyiş, bu duyguların filizlenip büyümesi için yeterli bir süreydi.

 

İnsanlar, saha içinde kazanmak için ne gerekiyorsa onu yapan Jordan'ı değil, başarılarının getirdiği dinginlikle doymuş ve emekli bir basketbolcu olan Jordan'ı istiyorlardı.

 

Daha doğrusu Onur Listesi’ne girmeyi başaran eski Basketbol yıldızları bu tarzda konuşmalar yapmıştı.

 

Jordan ise böyle bir konuşma yapmadı; sebebi ise çok basit ve açıktı.

 

Kendini geçmişin bir parçası ya da bakış açısını değiştirmiş bir kişi olarak görmüyordu. Kariyerini ilerleten öfke hala gitmemişti ve onunla ne yapacağını bilmiyordu. 

 

Konuşmanın sonunda, konuşma içerisinde yer alan belki de en etkileyici ve önemli; fakat çoğunlukla unutulmuş olan bir şeyi söyledi.

 

Oyunun kendisi için ne ifade ettiğini tanımladı. Basketbolu "sığınağım", "rahatlamak ve huzur bulmak istediğimde gittiğim yer" ifadeleriyle tanımladı. 

 

Basketbol, onun bütüncül hissetmesini sağlıyordu; fakat artık yoktu.

 

"Bir gün," dedi, "50 yaşımda beni oynarken görebilirsiniz".

 

Salondan kıkırdamalar yükseldi.  Kafasını kaldırdı ve kendisine meydan okunduğunda yaptığı gibi kaşlarını çattı.

 

"Ah, gülmeyin."

 

Herkes daha yüksek sesle güldü.

 

"Asla asla demeyin" dedi.

Please reload

Jordan, Yvette sayesinde hayattan daha fazla zevk alıyor. Küçük adımlar atarak değişmeye çalışıyor. Sudan nefret ediyor olsa da, Yvette sevdiği için, son birkaç senedir yelkenli gezilerine gidiyor. 

 

İlk seferinde, teknede çileden çıkmıştı. En son gezide, öfkesinin kaybolduğunu hissetti. Bu bir zaferdi. 

 

Basketbol izlememişti. Her sabah güneşin doğuşuyla kalkıp, saat 8 civarında, arkadaşlarıyla birlikte balık tutma sandalyelerinde, ilk birasını açarak, oltayı bir denizaltı gibi sarsan, orkinos balığını çekiyordu. 

 

Jordan mutluydu. Geceye doğru tekila ile en sevdiği anılarını eve dönene kadar anlatıp, "Yiyip içtim, yiyip içtim ve yiyip içtim" diye tanımlıyor bir arkadaşına tatilinin nasıl geçtiğini.

 

Sonra tekrar oyundan bahsetmeye başladı, eski istekler onu yemeye başladı.

Charlotte'ta, ''218'' hakkında düşünmeye başladı.

 

Adalardan döndüğünden beri her sabah spor salonundaydı. Yemek zamanında, ne yiyip ne yiyemeyeceğini öğrenmek için diyetisyenine mesaj atıyordu.

 

Nedeni ise yatı ‘‘Mister Terrible’da’’ tartıya çıktığında gördüğü sayıydı: 261. (261 pounds=119 kg)

 

Dokuz gün sonra, basketbolculuk günlerinden anılarla dolu odasında otururken, 248'e gerilmişti.

 

Bunun sebebinin sağlık ya da 50. yaş günü için iyi görünmek olduğunu iddia ediyordu. 

 

Fakat, aklında tek bir hedef vardı:  218.

 

Jordan'ın dünyasında tanıdık ve tehlikeli bir sayı. (218 pounds= 98 kilo)

 

Bu, onun oynadığı zamanlardaki ağırlığıydı. 

 

Yvette'in onu basketbol oynarken hiç izlemediğini söylediği zaman, "Beni hiç 218'de görmedin mi??". der. 

 

Ofisinin duvarında, gençlik zamanlarında çekilmiş, kollarını göğsüne çekip, uçuyormuş gibi potaya yükseldiği çerçeveli bir fotoğraf asılı.  Özlem dolu bir halde bu fotoğrafa gülümsedi.

 

"218'dim" dedi.

 

Aklının istediği ve vücudunun ona sunduğu şey arasındaki boşluk her geçen sene büyüyor. 

 

Bir sonraki gün Jordan bir eski Bulls maçlarından birini izleyip, daha sonra spor salonuna geldiğinde, egzersiz makinelerine çılgın gibi yükleniyordu.

 

Eskisi gibi çalışıyor, kendini sınırlarının ötesine kadar zorluyordu. Ardından sahaya geçiyordu Jordan.

 

Takım için çalışan kardeşi Larry, antrenman sahasında bir gürültü fark edip,  ofisinin penceresinden dışarı baktığında kardeşinin, Bobcats'in en iyi oyuncularından birisini, bire bir oyunda domine ettiğini görüyordu. 

 

Ertesi sabah ise, Larry, gülümseyerek, Jordan'ın ofise hiç gelmediğini söyledi. Nedeni ise Jordan’ın yürüyemeyecek bir halde olmasıydı.

 

"Bedelini ödüyorsun değil mi?" diye sordu Larry.

 

"Zar zor hareket edebiliyordum," dedi Jordan.

 

                                          ............. 

 

Bu tür şeyleri ölçmenin bir yolu yok; fakat Jordan’ın evrendeki en rekabetçi insan olduğuna dair güçlü kanıtlar mevcut.

 

Bu sıralar rekabetçi öfkesini bastırmak için yeni bir çıkış yolu bulmak için çabalıyor.

 

İpad’inde oynadığı Bejeweled oyunun tam ortasında. Az önce Bejeweled Yarı-Tanrı unvanını aldığı 100. Seviyeye ulaştı.

 

Jordan bu arayışında daha önce Sudoku’da uzmanlaştı ve arkadaşı Portnoy’u bu oyunda yenerek 500 Dolar kazandı.

 

Bahamalar’da, bulmaca kitabı alması için bir çalışanını Atlantis Oteli’nin hediye dükkanına gönderdi.

 

Otel odasında, Portnoy ve avukatı Polk’la yarışıp, ikisini de yendi. Tüm kelimeler anında görüyordu, tıpkı basketbolda olduğu yenilmez olduğunu hissediyordu.

 

‘’Kendime engel olamıyorum’’ dedi. Bu bir bağımlılık. En iyi olmak için bu -böyle bir rekabetçi yapıya sahip olmayı düşlersiniz.

 

Ancak bir süre sonra bunun kendime zararlı olduğunu düşünüyorum.

 

Bu durumdan kurtulmak istediğimde ise mümkün olmadığını gördüm. Bunu yapabilsem, nefes alabileceğim.’’

 

Bir keresinde, tüm dünya, Delta Center’daki meşhur 6.maçta, (1998 NBA Finalleri) onun rekabet edip kazanışını izledi.

 

Şimdi ise, bir otel odasında küçük bir arkadaş grubuyla, sıradan çocukça oyunlar oynuyor.

 

Tutku aynı; fakat mekanlar ve kazançlar küçülmeye devam ediyor. Yıllar boyunca dürtülerini sahaya yansıttığı için sevilmişti; ama şimdi, bir konuşma yapmaya çıktığında, bu dürtüleri kontrol edemediğinde kendisiyle dalga geçiliyordu.

 

Söylediğine göre, öz saygısı her zaman doğrudan oyuna bağlı olmuştur. Öz saygısı olmadan, sürüklenen bir gemiden farkı yoktu.

 

Ben kimim? Ne yapıyorum?

 

Üçüncü defa emekli olmasında sonraki 10 sene boyunca, aklını oyalamak için yapabildiği kadar hızlı yaşamaya çalışıyor.

 

Programı boşaldığında ofisini arayıp, kendisini bir  ay boyunca rahatsız etmemelerini, rahatlamasına ve golf oynamasına müsaade etmeleri söylüyor.

 

Üç gün sonra, bir telefon daha; uçağın onu alıp, bir yerlere götürüp götüremeyeceğini soruyordu.

 

Hiç dinlenmiyordu. Artık Bobcats’in (Hornets) sahibiydi. Saatlerce golf oynuyor, kendine fazlasıyla yeni meşgaleler ediniyor ve 218 düşüncesini aklında silmeye uğraşıyordu.

 

Fakat tekneden indiğinde, mücadele eden bir hale geri dönüyordu.

 

Rekabetçiliğinin, tıpkı kimyasal bir olay gibi hareketlenmeye başladığını hissedip, çalışmaya başlıyor ve düşünüyordu:

 

50 yaşında oynabilir miyim?

 

Lebron’a karşı ne yapabilirim?

 

Ya olursa?...

 

"Beni fazlasıyla tüketti," dedi.  "Kendimin en büyük düşmanıyım.  Kendimi o kadar fazla ittim ki, hala bununla yaşıyorum.  Bundan nasıl kurtulacağımı bilmiyorum.  Oyuna hala bağlıyım. "

 

Phil Jackson'ın kendisine öğrettiği şeyleri düşünüyor.  Jackson, onu hep anlamıştı ve Jordan'ın iç dünyasına dalmaktan korkmuyordu.

 

Bir keresinde, oyuncularına okumaları için kitap dağıttığı sırada, Jordan'a kumar hakkında bir kitap verdi. 

 

Jordan'ın bu yeni rekabette ihtiyaç duyduğu şey bir Zen hikayesiydi:  Kendini bulmak için, kaybetmen gerek. 

 

Ne zaman oynamak için geri dönme tutkusu bastırsa, uyandığında her şeyin daha iyi olacağını bilerek uyumaya çalışıyor.  218'e ulaşamayacağını biliyor. 

 

Tekrar profesyonel basketbol oynayamayacağını biliyor. Oluşturmak için çok çabaladığı hayatı yaşamak, sakinleşmek için bir yol bulma amacıyla bu dürtüleri susturması gerektiğini biliyor.

 

"Bu beni böyle tüketirken, önümdeki 20 yılın tadını nasıl çıkarabilirim ki?" diye sordu, masasında otururken, telefonu takas teklifler ile çalarken.

 

"Basketboldan uzak kalıp nasıl huzur bulabilirim ki?"

bottom of page